Bu Blogda Ara

28 Ocak 2013 Pazartesi

M.OĞUZ MUCURLUOĞLU / Sevgililer Gününde Hiç Randevum Olmadı - Öykü Kitabı


SEVGİLİLER GÜNÜNDE HİÇ RANDEVUM OLMADI - İKİNCİ BASIM


MAVİ GERÇEK
- Gidiyor musun?
- Evet.
- Böyle sessizce ve beni kimsesiz bırakarak mı?
- Yapma! Sessizliğini koru. Çığlıklarla boğma beni. Dur orada!
- Gitme... Gitme kal.
- ...
Gitti. Hoşça kal bile demeden gitti. Bir gece sessizliğini yanına alıp içimdeki şarkıyı çığlık çığlığa bıraktı gitti. İçim yorgun ormanların gürültüsünde. Yandım. Saçlarım ağladı, gözlerim sustu.
IHLAMUR AĞACI
Sonra bir yaz evimizin yıkılacağı haberiyle irkildim. Koskoca bir kış sevgimle beklediğim, umutla hayalini kurduğum, hayalini bile kurarken kimseyle sevgimi paylaşamadığım ağacımı keseceklerdi ve kimse hesabını vermeyecekti bu infazın.
TERKE DAİR
O kız çocuğu birden “Sevmek ve sevilmek güzel di mi?” diye sordu. Gözlerine bakarken ne diyeceğimi şaşırdım. Bedenim ısınmaya başlamıştı oysa. Bir anda içimin soğuğunu hissettim tekrar. Çünkü sen aklıma düştün o an Sevgili, sen. Bırak aşk sevgisini, anne-baba sevgisini bile bilmiyordu o çocuk. Hatta hoşlanmak bile yabancı bir ülkeydi onun için. Tanımıyordu bu duyguları. Âlice Harikalar Diyarı gibi diyecek oldum ama sustum. Bu masalı dahi bilmiyor olabilirdi ve ben bilgiçlik taslamak istemedim. Hem sevginin soğuğunda üşürken ben, sobanın dibinde mırıldanarak uyuyan kedi diye nasıl kandırabilirdim onu ve kendimi.
14 ŞUBAT
- Elmira mı? şeklindeki bağırtımla yatağımdan fırlayıp telefona sarıldım. Efendim Elmira?
- Bu ne uykusu? Saat neredeyse bir!
- Hiç sorma! Gece sabaha karşı ancak uyuyabildim.
- Neyse seni evde yakaladım ya, gerisi önemli değil.
- Hayırdır?
- Bugün sevgililer günü ya hani… Buluşacağın kimse var mı?
- Komik olma lütfen. Kendimi bildim bileli bu özel güne ait randevum olmadı ki benim.
RÜYA’NIN RÜYASI
23 yaşındaki o sabah anlattığı rüyayı yıllar sonra ‘hayatımın ta kendisiydi’ diyerek eşine de anlattı. Ancak yaşı bu defa 78’i gösteriyordu. Sanki Rüya az önce kalkmıştı o rüyasını gördüğü uykusundan. Öylesine eksiksiz aktardı eşine.
BELLİ Kİ
- Seni çok özledim Huysuz, çok. Defalarca rüyamda gördüm seni. Hep içim sızladı sana olan özlemimden. Kimseye ifade etmeden içimde tuttum hep, derken dayanamayıp ağlamaya başlıyorum.
Ağlamayı sürdürürken kanepeden inip Huysuz’un yanına yatıyorum. Onunda gözleri ıslak. Ben burnumla Huysuz’un gözyaşlarını silerken, o da benimkileri yalayarak temizliyor.
- Hav hav, ben de.
Gözyaşlarım donuyor. Buz kesiyor adeta. Ürpererek geri çekiliyorum biraz zorlanarak. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor.
- Ama! Ama sen! Ama sen konuşuyorsun!
- Sakinleş… İnan korkacak bir şey yok.
BAĞ
Oğlan kasaya doğru attığı her adımda biraz daha tükeniyordu. Dağın yamacından yuvarlanarak büyüyen çığ gibi adeta bitişe gidiyordu. Hiçbir şey söylemeden parayı uzattı. Avucunu açtı esas kız elini uzatarak. Parayı bırakırken buz kesti esas oğlan. Parmak uçları kızın avucuna deydi. Dermansızdı artık. Dizlerinin bağı çözülmüşçesine yığıldı olduğu yere.
ARDINA BAKMADAN GİTMEK GEREK
Masada duruyordu. Bende tüm maneviyatımı soyunmaya başlamıştım tek tek. Çıkardığım her duygumu özenle takip etti Pörtlek Cingöz. Tamamen arınıp bıraktım kendimi koltuğa. Biraz dinlendikten sonra giyinmeye başladığımda aralarında bir duygum eksikti. Fark ettiğim an Cingöz’e baktım. Bıyık altından kıs kıs gülüyordu. Tekrar istedim. Geri vermesi için yalvardım bile. Ama maalesef. Çoktan sindirmişti tüm varlığına… Ona mümkün olduğunca iyi bak lütfen. Çünkü Cingöz’ü sana teslim ederken yalnız ve sadece balığı vermedim. Pörtlek Cingöz balığı benden aldığın andan itibaren artık sevgim de senin ellerindeydi…
O YÜREKTE
“O harikulade fındık bahçeleri arasında yol alırken sana doğru geldiğimi bilmiyordum. Yukarı da betimlemeye çalıştığım doğa güzelliklerinin hepsi benden başka kimsenin göremeyeceği bir biçimde sende toplandığına yemin edebilirim. Yalnızlığımı tek başınalığımla paylaştığım o bir-iki saati anımsıyorum… Denize karşı oturmuş uçsuz bucaksız tuzlu su manzarasını izlerken nargilemin marpucundan derin derin çektiğim dumanla keyif çatıyordum! Hayır! Yalan! Yalan söylüyorum! Keyif çatmıyordum! Çünkü ben o esnada nargilenin tütünü oluyordum. Ve sen kor ateşlerle her gelişinde tütünümü değil benim sana olan ateşimi körüklüyordun…”
ETME EYLEME
- Filmden önceki verdiğim cevabın değiştiğini sakın düşünme. Ama sana sarılmak istiyorum… Beni anlayacağından eminim.
O nasıl bir sarılma? Sanki ceketini, gömleğini, atletini yırtarak ve derisini parçalayarak açıp beni içine sokuyor. Bu sarılış her şeye bedel. İşte şimdi gerçekten aklım başımda değil. Alnından öpmek istiyorum Sema’yı. Öpsem mi? Her şey buhar olmuş uçarken benim düşünceme bak!
- Öpücüğünün anlamını biliyorum. Kötüsüzlüğünün ve art niyetsizliğinin farkındayım. Senin öpücüğünde olduğu gibi ben de sana sıkı sıkı güveniyorum zaten.
DANS ETMEK MECBURİ DEĞİLDİR
O ise öylesine itinalı ve öylesine özel davranıyordu ki bana, tanrıya lanetler haykırmak istedim o an. Fakat yoktu ki benim inanışımda o tanrı… Suskunluğum en koyu hâldeydi. Çenesi düşük olan ben bu kez kendimi zorlayarak konuşuyordum! Nereli olduğunu sordum… Moldova’lıydı. Sonra yaşını sordum… “23” dedi. Adı… TANYA. Tanrı soyut bir serap! TANYA somut ve gerçek!
AN
- Hayır 6 yıldır da buradayım. Hiç karşılaşmadım sizinle.
Bugün bu saatlerde denk geldiğine belki de pişman olmaya başlamıştı. Şimdiye kadar özürlülere önyargılı bakışıyla kardeş kardeş geçiniyordu ne güzel. Bana rastlamasıyla konu hakkındaki tüm zihni allak-bullak olduğuna bahse girerim. Bu yüzden bana denk gelmiş olmaktan duyabileceği pişmanlık olasılığı bir hayli büyüktü.
O
Çocukluğunda arkadaşlarıyla oynadığı oyunu anımsadı… Trenin gelişini en uzak mesafeden hissedebilmek için raylara kulaklarını koyar ve beklerlerdi. Yine yere diz çöktü! Elleriyle raya tutunup kulağını koydu. Fakat bu kez tren hissedilmeyecek kadar uzakta değildi! Kafasını kaldırmadı… Makinistin treni zamanında durdurması için Erol’u fark ettiğinde artık her şey için çok geçti.
HEP AYNI SENARYO
- Hoş geldiniz. İyi seneler. Ben Yeşim. Ne arzu edersiniz? Paça, dil ve işkembemiz var. Dilerseniz üçünü özel bir karışımla da verebilirim…
- Ben bir dil alayım, der Doruk.
- İşkembe istiyorum ben ama sirke ve acısı bol olsun lütfen, der Yalın da.
- Sen ne istiyorsun Ozan? diye sorar Saadet.
- Devam et sen. Ben hâlâ düşünüyorum.
- Peki öyleyse… Ben özel karışımınızdan istiyorum. Üçü bir arada. Acı biber koymayın. Bir-iki damla sirke olabilir. Limon hiç olmasın lütfen. Bu arada salata vereceksiniz değil mi?
- Elbette efendim. Salata, cin biber turşusu ve kızarmış patatesi hemen getireceğim. Yemekten sonra da çay ikram edeceğim. Acaba beyefendi de bir karara varabildiler mi?
- Evet evet. Eee… Ben şey… Bir tabak dolusu Yeşim gülümsemesi istiyorum. Yanında içecek olarak kıpkırmızı bir Yeşim. Sonra da tatlı olarak tadımlık bir Yeşim rica edeyim.
ÜÇ NOKTA
Yine önümde bembeyaz bir kâğıt ve dişlerimin arasında bir kalem var. Bu defa kalemim kan kırmızı renkte… Kanımın rengini kullanıyorum yani. Belki de içimi daha rahat ifadelendirebilirim böylelikle! Kim bilir?
ONA DAİR SON YAZIM
Son suçlaması tam olarak sizlere ömürdü! Dayanılması, katlanılması, tahammülü mümkün değildi! Adeta ulu orta sıçmış, sıçtığı boku avuçlamış ve suratıma sıvamıştı! Bunu yaptıktan sonrada kıçını dönüp gitti zaten. Bana, ‘e pes doğrusu, sen salaksın, hatta salağın da salağısın’ diyeceğinizi biliyorum ama samimiyetle belirteyim; eğer o gün “git yüzünü yıka gel” emrini verseydi. Buna da itaat eder ve göğüs gererdim inanın. Çünkü artık acıyordum ona. Tam bir zavallıydı o. Bedensel olarak belki ben özürlüydüm fakat o ruhsal olarak psikolojik özürlüydü.
KAYITSIZ KALINAMAYAN DAVET
Yer; Rock Bar… Zaman; gecenin en koyu dilimi… Ses düzeyi; olması gereken en yüksek seviyede… Sahne; müziğin ritmine uygun olarak çılgınca dans edenlerle dolu… Ve ben; kenardaki bir masada içkimi yudumlayarak geçen günün ağırlığını müziğin ağırlığıyla ezmeye çalışıyorum…
Yani her şey olması gereken olağanlıkta.
Bakmayın böyle söylediğime! Çünkü hiçbir gün, o günkü gibi sonlanmadı!
YUNUS’UM
'Sen' kavramı seninle bütünleşerek sarıp sarmaladığında tüm benliğimi, karantina kararıyla hücreye tıkılmış bir mahkum gibi hissediyorum kendimi. İnan özgürlükten geçtim, koğuşuma gitmek istiyorum sadece. Kelimelerim elbette anahtar. Lâkin yok o kapatıldığım hücrenin anahtarı bende. Bulamıyorum birtürlü, 'sen' olan karantina anahtarını. Yani çok özür dilerim seni sevdiğim için...
CANINIZ MI SIKKIN
Sevgili Seyirciler, canınız mı sıkkın? Moraliniz mi bozuk? Hayattan zevk almıyor musunuz? İçiniz mi daralıyor? Her şey üstünüze üstünüze mi geliyor? Karamsarlık yakanıza mı yapıştı? Ya hemen bir müzik açın, ya da hiç zaman kaybetmeden engelli bir arkadaş edinin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder