KISA KISA DİNLE KARDEŞİM
ÖYKÜLER
TAVANDAKİ PERDE (Ardıçkuşu’nda Yayınlandı)
ŞAKA (Kaldıraç’ta Yayınlandı)
ÇEKİLEN FAKS
FELSEFİ TOSLAMA
ÖTE-BERİ
AMA
DOĞUM GÜNÜ
AYNA (Külöykü’de Yayınlandı)
6 MAYIS
DOKTORUMUN TELEFONU ÇALDI (Pencere’de Yayınlandı)
YAŞAMIN GARANTİSİ
GENÇ BAYAN
ANLATILAR
ANLATABİLDİĞİM KADARI (Sevgi Çemberi’nde Yayınlandı)
DİNLE KARDEŞİM (Lâl’da, Evrensel Kültür’de, Kaldıraç’ta, Okul ve Ülke’de Yayınlandı)
ÇİÇEK (Lâl’da Yayınlandı)
VUSLAT’A
MEKTUP VAR
KARA BÜYÜ
İZLENİMLER
DE GET
VE DAHA SONRA
ÖYKÜLER’DEN
TAVANDAKİ PERDE
Yaşadıklarımın
rüya olmadığını anlayıp mutluluktan uçuyordum. Halının kılları çıplak
bedenimi gıdıklıyordu. İlk kez varolduğumu, bir yer kapladığımı
hissediyor, ağırlığımın ve hacmimin olduğunu anlıyordum.
Sakinleştiğimde; ‘Bugüne kadar hiç böyle olmamıştım. Ne oluyor bana?’
diye geçirdim içimden. Yanıtlayamıyordum. Bugüne kadar kendi
duygularımda cevaplayamadığım hiçbir sorum olmamıştı. Yuvarlanmayı
kesip, durdum öylece. Gözlerimi yine tavana diktim. Bu defa tavandaki
sinema perdesi AŞK yazısıyla açıldı.
ŞAKA
“Öyle espriler
şakalar bulur, yapardık ki; kimsenin anlamasını önemsemez karnımız
ağrıyıncaya dek sadece ikimiz gülerdik. Hatta bir gün gülmekten
gözlerimizin içine baka baka altımıza işedik. Espri yaratmak bir sanattı
bizim için.”
ÇEKİLEN FAKS
Kapısı kapanmış bir odadan
“hayır, hayır” diye haykırıyordu kızı. Kapıyı bir anda açınca inanamadı
gözlerine, buz kesti, kalakaldı ve ne yapacağını bilemeden kapıyı
çarparak geri kapattı.
Ertesi gün, gazetelerin birindeki şu satırlar her şeyi açıklıyordu:
“Türkiye,
tarihi boyunca böylesine bir oy patlamasına şahit olmamıştı. Güven
Partili Şanlıurfa Milletvekili Necati Dinç ilinin %87 oyunu alarak
tarihe adını yazdırdı. Ancak, dün gece yarısından sonra tüm basın
bürolarına bir faks çekildi.
FELSEFİ TOSLAMA
Bugüne kadar
sunulan oyunların hiçbiri sizin arzuladığınız sonucu vermemiş.
Bilginlerimizin oluşturduğu oyunların yanında benimkisi hiçbir şey ama,
denemek istersiniz belki: Kavramlar. İşte oyun için gerekli her şey bu.
Ya da oyun için gerekmeyen hiçbir şey. Yoksullukla bolluğu evlendirip
sevgiyi doğuran muhteşem bir oyun bu. Saçların kulakla randevusunda
saçların heyecanını an be an yaşatan delice bir coşku. Elin ceple olan
ilişkisindeki 45 dakikalık bir serüven. Ve daha yüzlerce, binlerce
versiyonu olan bir yolculuk.
ÖTE-BERİ
- Farkında mısın,
evine geldik; bir sokak çocuğu ve bir sokak lambasıyla? Oysa öyküyle
başlamıştık yola. Eve bırakma öpücüğü vermeden önce şunu söylemek
istiyorum sana: Bugün sen; var olanla yetinen, günlük akışa kendini
bırakandın. Yani beri. Ben ise her şeyin bir ardı olduğunu savunan,
görünenle yetinmeyendim. Yani öte. Bir sözüm de bizi yazana var: Bitir
artık şu öykünü de, rahat rahat öpüşelim sevgilimle.
AMA
Bayan
bir profesörün odasına girmişiz; annem, babam ve babamın kucağında ben.
Doktor, masasında oturuyormuş. Babam beni hasta yatağına koymuş.
Doktorun sorularını yanıtladığı bir esnada babam başlamış şu sözleri
sarfetmeye: ‘Doktor hanım doktor hanım, sakat sakattır. Mühendis olsa
ne, profesör olup sizin yerinize geçse ne? Yabancı ülkede doktorun biri
iğneyle böyle bir çocuğu uyutmuş. Bu yüzden o doktoru tutuklamışlar.
Oysa iyi yaptı o doktor. Aileyi de, çocuğu da kurtardı işte.’ Daha
vahimi sonradan gelmiş. Para ve ün uğruna ‘OĞLUMU TIBBA FEDA EDİYORUM.’
diyen biri benim babam.
DOĞUM GÜNÜ
“Bir gün gelecek, geçmişime bakacağım.”
Bu
kelimeleri sarfederken tek düşündüğü; anlaşılır bir cümle söylemekti.
Bunu da söylerken başardı Hasan. Ancak eve gelip yatağına uzandığında,
hep yaptığı gibi gün içindeki yaşadıklarını düşünürken, “bir gün
gelecek, geçmişime bakacağım” dediğini hatırlayınca; takıldı kaldı bu
cümlesinde.
Sıradan sözcükler olarak dile getirdiği bu cümlesi
uykusunu kaçırdı Hasan’ın. Kalktı yatağından. Ay ışığının odasına
vurduğu pencerenin önündeki masasına oturdu. Yaktı bir sigara. Elini
çenesine, dirseğini masaya koyup; pencereden dışarıyı izlerken dalıp
gitti. Dalmadan hemen önce bir kez daha kısık sesle kendi kendine
tekrarladı uykusunu kaçıran cümleyi: “Bir gün gelecek, geçmişime
bakacağım.”
AYNA
Oturduğu sandalyeyi masasına
yaklaştırırken, daha dikkatliydi aynı gıcırtıyı duymamak için. Yazmaya
başladığı son yazısının giriş kısmını bir daha okudu. Sonra, tekrar aynı
sorun belirdi kafasında. Sandalyesine yaslandı. Sağ kolunu attı
sandalyenin arkasına. Sol eline kalemini alıp; bazen masanın üstünde,
bazen dizinin üstünde başparmağı etrafında çevirdi.
“Doğa,
kadınlara ne çok acı yüklemiş. İlk cinsel birliklerinde acı var. Her ay
regl dönemlerinde acı var. Ulan doğa, kadın-erkek eşitliğinde nutuk
çekiyoruz. Hatta erkeklerin üstün olduklarını savunuyoruz. Ama sen kıyak
geçeyim erkeklere derken; kadınların acıya ne denli dayanıklı
olduklarını sergileyip, erkekleri yenik düşürüyor olduğunu görmedin.”
diye kendi kendine sesli olarak söylendi bir daha.
6 MAYIS
Deniz,
Hüseyin ve Yusuf. Bu üç arkadaş 12 senedir yılda bir kez, şehir
merkezinden uzakta bulunan Ceylan Restorant’ta buluşurlardı. Lise
arkadaşıyken dost olmuşlar ve mezuniyetlerinde bu buluşma için
sözleşmişlerdi. Her yıl aksatmadan 6 Mayıs günü, akşam yemeği
saatlerinde Restoran sahibi Yılmaz Abi’leri tarafından hazırlanan masada
buluşup bütün bir yılın birikimini birbirleriyle paylaşırlardı.
Özellikle belirlemişlerdi 6 Mayıs’ı. Çünkü bu yolla buluştukları gün,
büyük saygı duydukları adaşlarının ölüm yıl dönümlerini de hatırlayıp,
onları da anıyorlardı.
On üçüncü 6 Mayıs gelip çattı.
DOKTORUMUN TELEFONU ÇALDI
Bu
konuşma öncesine kadar ne Derya, ne yarın, ne de o sonraki günün saat
beş buçuğu önemli değildi. Birden önem kazandı bu üç şey. Sanki bana;
“Ben Derya, yarın 17:30’da gel” demişti. Heykeltıraş olduğumu biliyormuş
da, modelim olmak istiyormuşçasına. Oysa ne o beni, ne de ben onu
tanıyordum. Birbirimizden bihaberdik yani o güne kadar.
Kendimi
kontrolsüz bir makine gibi hissediyordum. Çünkü ablama, beni
tanıştırması için ısrar ediyordum. Ağzından girip burnundan çıkıyordum
adeta. Manevi baskı, duygu sömürüsü, vicdanına yönelik baskılar. Sanki
her yol mübahdı tanışmak uğruna. Ama ablam prensipleri olan bir doktordu
ve bu konuda ödün vermezdi. Nitekim, gidene kadar ablamın başının etini
yediysem de sonuç nafileydi.
Ertesi gün saat 17:30’a doğru
ayaklarım beni doktorumun iş yerine doğru götürüyordu. Öyle ki; beyaz
bir sahibin zenci kölesiydim, ve tek yaptığım bu emre itaat etmekti.
Sanki bindiğim arabanın şoförmahaline biri oturmuş da beni yönlendiriyor
gibiydi.
YAŞAMIN GARANTİSİ
Sigaralarıyla birlikte
sohbetleri de son buldu. Sonay, sigaranın son nefesini Ali’ye içirdikten
sonra söndürüp sevgilisini giydirmek için dolaptan tişört ve kot
pantolon çıkardı.
- Şu üstümdekini çıkartayım da seni giydirirken
terim parfüm kokusunu almasın. diyen Sonay üzerindekini çıkartıp
sütyenle kalınca devam etti. Bunu da çıkartayım mı?
- Heee. dedi Ali.
- Yok yaaa. Bugün yaramazlık yapmak yok.
- Ama ben çok yaramaz bir çocuğum. Yaramazlık yapmadan duramam ki. derken Ali, Sonay’ın iki göğsü arasına öpücük koydu.
-
Bugün yaramazlık yapmak yok. diye tekrarlayan Sonay, Ali’nin yüzünü iki
avcuna alıp göz göze gelecek şekilde kaldırdı ve dudaklarını
dudaklarına değdirdi.
Bir süre sonra Ali’nin svitşörtü ve pantolonu üzerinde olmadığı gibi Sonay’ın da sütyeni ve pantolonu üstünde değildi.
-
Yine yaptın yapacağını. dedi ve ekledi Sonay. Nasıl oluyor da beni bu
kadar kolay alabiliyorsun? Kendimi sana karşı tutamıyorum. Canıma
minnetmiş gibi atlıyorum üstüne. Sen nasıl bir yamuksun yahu? Aslında
biliyorum sorularımın cevabını. Sağlam gibi yamuksun ve belki onlardan
daha sağlamsın. Kendimi sana bırakmama gelince; sadece kendini değil
beni de memnun edebildiğin için direnemiyorum. Seni seviyorum. Seni çok
seviyorum Ali.
GENÇ BAYAN
Çok sinirli bakıyorsunuz Bayan!
Güzelliğinizin arkasından.
Siz böylesine sinirlendiren,
Gözlerim miydi Bayan?
***
Peki birden!
Neydi gözlerinizi ıslatan?
Özürlülüğüm müydü sizi duygulandıran,
Oldukça sinirliyken?
***
Yapmayın Bayan yapmayın!
Acizliğinizi bana sergilemeyin.
Son olarak Bayan,
Acıyorum size ve sizin gibilere Genç Bayan!
Bu şiir, yüksekokul yıllarımda okuldan eve dönerken yaptığım otobüs yolculuğu sırasında yaşadığım bir olayın ardından çıktı.
ANLATILAR’DAN
ANLATABİLDİĞİM KADARI
Seninle
birlikte olduğumda; sığınaklar, zulalar arıyorum saklanmak için. Ama,
ama sonra ben bir Pervane Böceği sen ise eşi benzeri olmayan parlaklıkta
bir ışık oluyorsun. Bilirsin ya Pervane Böcekleri en çok ışığa ihtiyaç
duyarlar. Ben de sana ihtiyaç duyuyorum. Anla işte.
Sana söylemek
istediklerim var ya; ağzımın ucuna geliyor “ha gayret” diyorum, “ha
gayret oğlum söyle hadi” ama olmuyor. Geri yutuyorum sözcüklerimi. Ve
ben hâlâ alışamadım yüz duvarlarında yankılanmasına mahzun sesimin.
DİNLE KARDEŞİM
Yumuşak
bir yüzeye dokunmak isteyip dokunamayışım, güzel bir kızın gözlerindeki
“dans edelim” çağrısına karşılık veremeyişim, sek sek oynayamayışım,
yakan top oyununda oyun başlamadan yanışım, şöyle hafiften çiseleyen bir
yağmurda vuramayışım kederli sokaklara kendimi, okuldaki bir atletizm
yarışmasında sonuncu gelemeyişim, gitar çalamayışım, işveli bir
zerdaliyi dalından koparamayışım...
Söyle kardeşim, böyle bir ruh
hali içinde hayatı sevebilmek kolay mı? Dünyayı, yaşamayı, sevmeyi ve
aşık olmayı yeniden keşfedebilmek!
Kabus mu Allah’ım?
Bu bir
kabus olsun, ter içinde uyanayım. Sonra derin bir “oh” çekeyim. Sonra
koşa koşa ta Akdeniz’e gideyim! Bir solukta Toros’ları aşayım! Yüksek
kayalardan kendimi buz gibi denize atayım! Ve sonra kulaçlarımla açılıp
ta okyanuslara kadar yüzeyim! Ellerime, ayaklarıma, bir illet girmiş,
vücudum kramplar içinde.
Bu kadar zırıltı yeter!
Bunları
düşünen ben değilim! Sizlersiniz! Koşmayı da, yürümeyi de, ellerinizle
tutmayı da sizler bilirsiniz. Benim işim başka! Ben yaşayan bir insanım!
Sevdim
yaşamayı. Çünkü sevdiğim yaşam; sadece ve sadece bana ait bir yaşamdı.
Sevdim yaşamayı. Dilediğim hareketleri yapabilecek uzuvlara değil,
sadece bir yüreğe sahip olmanın yeterli olduğunu keşfettiğim zaman...
Sadece bir yürek.
ÇİÇEK
O
gün bugündür tüm benliğimle, hatta kimilerinin (zaman zaman kendimin
bile) “kesinlikle, asla yapamazsın” dedikleri ve mucizelikle
tanımlanacak şeyler gerçekleştirdim tüm engellerimi görmezlikten
gelerek. O saksıdaki tek dal da açtı açabildiğince. Öylesine muhteşemdi
ki açan çiçekler, değil kopamaya yeltenmek dokunmaya kıyamıyordum.
Halbuki yaptıklarım herkesin yapabileceği şeylerdi. Suyuna biraz
gerçekten inandığım sevgi karıştırmak, güneşin aldatmasız sevgiyle
yansımasını sağlamaktı. Bu yüzden bunları yapabilecek tek kişi olduğuma
hiç inanmadım. Bazen de şaşırıyordum sevginin böylesine bir güce sahip
oluşuna.
VUSLAT’A
Bir dakika! O da ne? Kovaya yaklaşan bir
yüz. Tertemiz, sıcacık ve sevecen. Yaşasam, daha güzel yüzler
görebilirim belki. Ancak bugüne değin gördüğüm en içten ve sevgi dolu
bir yüz. Gözleri ateşböceği gibi ışıldıyor. Bu simanın bedenindeki eller
yaklaştı bana doğru. Yaklaştı ve aldı beni o soğuk bedenler arasından.
Bir kristal parçasına gösterilebilecek önemle aldı o kovadan beni. Bana
bakmaktan önüne bakamıyordu yürürken. Kaç kez tökezledi, düşüyordu
neredeyse. Buna rağmen ayırmadı gözlerini benden. Tam son nefesimi
vermek üzereydim ki bir asır bağışlansa asla duyamayacağım o cümle
çıkıverdi dudakları arasından; “Ben de özürlü olmak istiyorum.” Birkaç
dakika ağladı sonra, birkaç saat gibi geldi bana. Tam “dayanacak gücüm
kalmadı” diyecektim, evrim geçirdim kuş oluverdim. Coşkuyla çırpınan,
aksak uçan bir kuş. Uçuş güzergâhım VUSLAT’a doğru.
MEKTUP VAR
Annesiniz
siz. Her anne gibi saygı değer. Çocuğunuzu çok seviyorsunuz. Çünkü emek
veriyorsunuz. Cenin oluşundan başlayıp kendi hayatını kurana kadar.
Yemeyip yedirerek, giymeyip giydirerek emek veriyorsunuz. Gerçi yinede
bitmiyor emek verişiniz. Evinize zaman harcıyorsunuz. Yani emek
veriyorsunuz. Yemek hazırlayarak, çamaşırlarını yıkayarak eşinize de
emek veriyorsunuz. Böylece eşinizi, çocuğunuzu ve evinizi çok
sevdiğinizi söylediğinizde sevginin emek vermek olduğunu da belirtmiş
oluyorsunuz. “Ne kadar çok emek, o kadar çok sevgi” bu sözün kanıtı
olarak sadece annem diyorum. 27 yıldır beni sırtında taşımasıyla oluşan
sevgiyi hangi kelime tam karşılayabilir ki!?
KARA BÜYÜ
Gündüzün
tabuları yıkılır yavaş yavaş gün geceye dönerken. Hiç olmayacak
konuşmalar ve inanılmaz itiraflar dolaşmaya başlar aramızda. Gündüz
görünme korkusuyla birbirine dokunamayan sevgililer, gecenin huzur dolu
kucağımda bir elmanın iki yarısı gibi bütünleşiverirler. “Seni
seviyorum” demenin, ilan-ı aşk etmenin en güzel zaman dilimidir gece.
Gece, partilerin ve eğlencelerin tercih edilen dilimidir Gün
Pastası’nın. Gündüz acısını yutkunarak gömmeye çalışan bir insanı, gece
bardaktan boşanırcasına akan gözyaşlarıyla buluverirsin. Gece yanından
geçmekte olan birinin kolundan tutup, “Dostum, az önce evde eşimle kavga
ettim. Onu gerçekten seviyorum. Ama lanet olsun, ah bu kafam yok mu bu
boktan kafam!” dediğinde seni can kulağıyla dinlerken buluverirsin.
Ağlayabileceğin bir omuz yanındadır artık. Veya öylesine mutlusundur ki,
için coşkuyla püskürmek ister sevincini. Gündüz deli olabileceğin
kanısına varanlar gece kucak açarlar sana.
İZLENİMLER’DEN
DE GET
Özürlü
denilince nedense çaresiz, acınası varlıklar gelir akla. Ama ben adım
gibi eminim, bu kamp süresince sağlıklı insanlar tarafından imrenilen ve
gıpta edilendik. Bu ülke bambaşka bir ülke. Sevgi, sevinç, dostluk bu
ülkenin hudutları içinde her satha yayılmış. Biz özürlüler iyi biliriz:
Yaşantımız geçit vermez amansız bir duvar gibidir. Bu aşılmaz duvar
karşısında sık sık çaresizliğimizle alay eden seslerin yankılarını duyar
gibi oluruz. Bu ülkede işte bu alaycı sesler bir avluya itiliyor, geçit
vermez o duvar çöküyor ve yıkılıyordu. Bir Olcay vardı koltuk değnekli.
Üç oktavlık sesiyle devrim şarkıları söylüyordu, burada devrim
yapılıyor dercesine. Bir Duygu vardı tekerlekli sandalyede. Güçlükle
konuşurken “sakatlık bedende değil, kafadadır” diye haykırıyordu. Bir de
Erol vardı. Bir deli aşık. Yürürken ve konuşurken güçlük çekiyordu ama
sevdim mi tam severim sözünün ete kemiğe bürünmüş haliydi adeta.
VE DAHA SONRA
İnsanlarıma
bakıyorum, kavruluyorlar acı içinde. Ülkeme bakıyorum, düzensiz ve
bozuk bir sistem içinde. Bu iki durum yeterince özetliyor her şeyi
bence. İsyan ediyorum ben de bu duruma. Duyarsız da değilim elbet.
Mücadeleye, direnişe kalemimle ve kağıdımla ortak olmaya çalışıyorum.
Çünkü şimdilik sadece bunu yapabiliyorum.